“Toplumsal bağışıklık” olayına değinmek artık elzem oldu.
Öncelikle konunun uzmanı olmadığımı, yazdığım
şeylerin sadece kendi okumalarım olduğunu altını çizerek belirteyim.
Yazdıklarım tamamen doğru da olmayabilir, sadece bulabildiğim en iyi kaynaklardan en doğru bilgileri toplamaya çalıştım.
Toplumsal bağışıklık normal şartlarda aşı
yoluyla sağlanıyor ANCAK şu anda elimizde aşı yok (uzmanlara göre en az 1 yıl
gerekiyor. 12 ila 18 ay arası. Bu da en iyi senaryoda.)
Aşının olmadığı durumda toplumsal bağışıklık
kazanmanın bir diğer yolu ise virüsün nüfusun büyük bir kısmına bulaşması/bulaştırılması.
Yeteri kadar insana virüs bulaştığında toplumun
bağışıklık kazanacağı umuluyor.
Uzmanlar, Koronavirüs’ün bulaşma oranını baz alarak
nüfusun virüse karşı toplumsal bağışıklık kazanması için nüfusun en az yüzde 60’ının
virüse yakalanması gerektiğini belirtiyorlar.
Yayılma
oranı için “R0” değeri kullanılıyor.
Eldeki
mevcut verilere göre COVID-19 için bu değer 3.28.
Ancak
bu zamanla değişebilecek bir değer.
İngiltere
Baş Bilimsel Danışmanı Sir Patrick Vallance’a göre Koronavirüs’e karşı
toplumsal bağışıklık kazanılması ve gelecekte daha fazla yaygınlaşmasının
önlenmesi için nüfusun en az %60’ının Koronavirüs’e yakalanması gerekiyor.
Sir
Patrick Vallance bu virüsün yıllarca geri gelmesinin olası olduğunu, sezonsal bir
virüs gibi bir hal almasını tahmin ettiklerini belirtiyor.
Peki
neden böylesine zalimce bir yönteme başvuruluyor da Çin gibi virüs olan
bölgeler tecrit altına alınmıyor?
Vallance’a
göre her şeyi tamamen kapatırsak, tecrit altına alırsak bu virüsü 4 aylık kadar
bir süre için bastırıyoruz ancak geçmişteki tüm salgınlara ve kanıtlara
bakarsak virüs tecrit kalkınca tekrar ortaya çıkıyor.
Vallance:
“Kış geldiğinde tekrar ani bir pik yaşamak istemiyoruz zira daha ağır bir
tablo olacaktır. Virüsü baskılamak istiyoruz, tamamen ortadan kaldırmak mümkün
değil.”
Vücudumuz
bağışıklık sistemlerimizin eylemleri yoluyla bulaşıcı hastalıklarla savaşır.
İyileştiğimizde,
gelecekte aynı hastalıkla savaşmamızı sağlayan hastalığın immünolojik bir
hafızasını tutarız.
Aşılar
da bu şekilde işlev görüyor ve hastalığa yakalanmak zorunda kalmadan bu
bağışıklık belleğini oluşturuyor.
Aşı, vücudumuzun bizi hastalığa karşı koruyacak antikorlar
üretmesini sağlıyor.
Aşı etkisini yaratmanın bir diğer yolu ise yeteri kadar insanın
virüse yakalanması ve vücutlarının patojenlere karşı direkt olarak antikorlar
üretmesi.
Örnek olarak Birleşik Krallık’ı ele alalım.
Birleşik Krallık nüfusundan en az 40 milyon
kişinin hastalığa yakalanmasından bahsediyoruz.
32 milyonun “hafif semptomlara” sahip olması
bekleniyor.
8 milyonun ise daha ağır vakalar olması bekleniyor.
En iyi senaryodan 250.000’den fazla insanın
hayatını kaybetmesinden bahsediyoruz, üstelik eldeki veriler de kesin değil ve
sürekli değişiyor.
Daha fazla insan bağışıklık kazandıkça virüse
yakalanacak olanların sayısı da otomatik olarak azalıyor.
Ancak bu bulaştırma sürecinde yaşlılar ve
savunmasız insanların da korunması elzem.
Bir diğer sıkıntı ise şu: Virüse herkes aynı
zamanda yakalanmamalı.
İngilizler bu sürece “geciktirme” süreci
diyorlar.
Aşamalı olarak yayılması gerekiyor.
Böylece hastanelerdeki kapasiteler aşılmıyor ve
sağlık sistemi çökmüyor.
Yoğun bakıma ihtiyaç duyan kişilerin bakımı
aksatılmadan hastalık atlatılıyor.
Yani zirveyi aniden görmek yerine “yatay bir
eğri” şeklinde görmek istiyoruz.
“Flatten the curve”
Kısacası “minimum insan kaybıyla” , “maksimum
insanın bağışıklık kazanması” amaçlanıyor.
Bu fikri ilk benimseyebileceğini açıklayan ülke
Birleşik Krallık oldu.
Birleşik Krallık Başbakanı Boris Johnson: “Bu
bir nesil için en kötü halk sağlığı krizi. Bazı insanlar mevsimsel griple
karşılaştırıyor, ne yazık ki, bu doğru değil. Bu hastalık daha tehlikeli ve
daha da yayılacak. Daha fazla aile zamanından önce sevdiklerini kaybedecek.”
Merkel de “nüfusun yüzde 60-70’inin virüse
yakalanabileceğini söyleyerek” yine buna atıfta bulundu.
Macron’un da benzer bir fikirde olduğu düşünülüyor:
Le Figaro
Fransa Eğitim Bakanı Jean-Michel Blanquer:
“Bilim adamlarının söylediğine göre nüfusun yüzde 50 ila 70’i virüse
yakalanacak. Bu da virüsün sonunu getirecek zira bu bir çeşit toplumsal bağışıklığı
yaratıyor ve böylece virüs kendi kendine ölüyor.”
Sağlıklı insanların virüsü hafif şekilde
atlattığı biliniyor.
Fakat yaşlı ve diğer sağlık sorunlarına sahip
olanların atlatma olasılığı oldukça düşük. (hiper tansiyon, şeker, astım, akciğer
ilintili hastalıklar...)
Sezonsal grip örneği:
Grip’e karşı elimizde aşı var.
Bazı insanlar her sene bu aşıyı oluyorlar ve
böylece toplumsal bir bağışıklık nispeten sağlanmış oluyor.
Virüse yakalanmayan bu insanlar, virüsün
yayılmasını da önlemiş oluyorlar.
Yani, aşı olmayan ve savunmaz olan insanlar da
virüsle daha az karşılaşıyor.
Peki bu gerçekten uygulanacak mı ?
Zaman gösterecek.
Avrupa'da durum gittikçe kötüleşiyor.
Şu anda bizim yapabileceğimiz en iyi şey tam bir izolasyon uygulamak.
Gün içinde değindiğim "sosyal mesafe" kavramı çok önemli.
Önlemlerimizi alalım, gerisini birlikte göreceğiz.
0 yorum:
Yorum Gönder